9 Haziran 2015 Salı

Classof2015!! Muhteşem geceden kareler...




11 A sınıfı öğrencilerinden Alim Bican Çoban arkadaşımızın Distopik Romanı

Romanım 24. yüzyıl civarlarında otomatik bir devlet yönetimi altında yapısı bozulmuş bir toplumu anlatıyor. Ütopya gibi başlayıp sonra distopyaya dönen bir hikaye. Makinelerin yapamayacağı (doktorluk vb) görevler dışında her şey robotların elinde.

 Üç farklı ideoloji hüküm sürüyor;

 biri mekanik devlet düzenini destekleyen kesim (çoğunlukla devlet çalışanları);

 bir diğeri bu düzene şiddetle karşı çıkıp teknolojiyi hayatımızdan çıkarmamız gerektiğini (ya da en azından kullanımı azaltmamız gerektiğini), bunun içinde devleti devirmenin ve başındaki süper bilgisayarın fişini çekmenin gerekliliğini savunuyor. Devlet karşıtlarının büyük kısmı "diriliş" adlı örgütün çatısı altında toplanmış. 

 Son ideoloji ise halk arasında en yaygın olanı, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın. İşlerim yürüyor, gerisi umurumda değil." şeklinde özetlenebilir. Halk bu fikre bağlı çünkü ortada geçmişe ait bilgi yok, tarih ve ya bugünkü gibi internet de yok. Bilgi olmayınca düşünce, düşünce olmayınca da muhalefet olmuyor.



31 Mayıs 2015 Pazar

ATİYE OKULUMUZDA... 30 Mayıs Cumartesi günü Atiye ve muhteşem grubu bizlerle birlikteydi. Keyifli bir konserin ardından öğrencilerle fotoğraf çektirip sohbet eden ATİYE, Okulumuzu çok beğendiğini paylaştı. Öğrenci Meclisimizin hazırladığı bu konserden kareler...

                                                      ATİYE KONSERİMİZ



      30 Mayıs Cumartesi günü Atiye ve muhteşem grubu bizlerle birlikteydi. Keyifli bir konserin ardından öğrencilerle fotoğraf çektirip sohbet eden ATİYE, Okulumuzu çok beğendiğini paylaştı. Öğrenci Meclisimizin hazırladığı bu konserden kareler...










27 Mayıs 2015 Çarşamba

MUHTEŞEM SANAT FESTİVALİ - 26-27-28 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen ve büyük beğeni toplayan festivalimizde yer alan tüm müzik gruplarını, bireysel piyano konçertolarını, dans ekiplerini, çocuk koromuzu, emeği geçen tüm öğrenci-öğretmenlerimizi emeklerinden dolayı, Blog ekibi olarak, kutluyor ve başarılarının devamını diliyoruz...

                                       26-27-28 MAYIS SANAT KARNAVALIMIZ


         Okulumuzun Çukurova Belediyesi'nde gerçekleşen, bu yıl ilki düzenlenen Sanat Festivalimizde müzik,dans etkinliklerimiz muhteşem bir şölen ile devam ediyor. 26-27-28 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen ve büyük beğeni toplayan festivalimizde yer alan tüm  müzik gruplarını, bireysel piyano konçertolarını, dans ekiplerini, çocuk koromuzu, emeği geçen tüm öğrenci-öğretmenlerimizi emeklerinden dolayı, Blog ekibi olarak, kutluyor ve başarılarının devamını diliyoruz... FESTİVALDEN RENKLİ KARELER...
















24 Mayıs 2015 Pazar

19 Mayıs Paneli

Konu: Özgürlük ve gençlik kavramları
Hazırlayan: Elif Gündoğan

İnsanlık kadar eski bir kavram olan özgürlüğü tanımlamak pek kolay değildir. Her dönemin filozofları, siyasetçileri, milletleri özgürlüğe farklı anlamlar yüklemiştir. 
Genel olarak özgürlük,  birinin engellenmeden ya da sınırlandırılmadan istediğini seçebilmesi ve yapabilmesi durumudur. Ancak bu tanım pek de gerçeği yansıtmaz. Çünkü herkesin aynı anda sınırsız bir şekilde serbest olması mümkün değildir. Bu yüzden günümüzde daha çok kabul edilen ve yasalarla güvence altına alınan özgürlük bu kadar kapsamlı değildir. Bir insanın özgürlüğü, başka bir insanın özgürlüğünün başladığı yerde biter. Yani insan istediğini yapabilir, ancak başkalarının da hakları olduğunu unutmamalıdır.
Sonuçta özgürlük, irade ve seçim kavramlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu yüzden de gençler için oldukça önemlidir. Çünkü gençlik; kişinin  kendini tanıdığı, önemli seçimler yapmaya başladığı, yavaş yavaş ailesinden ve toplumdan ayrışarak birey olduğunu kavradığı dönemdir.
            Gençlerin ifade özgürlüğü konusunda yetişkinlerden daha şanslı olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanlar gençlerin söylediklerine biraz daha hoşgörüyle yaklaşır. Sonuçta yeniyetmeyiz, heyecanlıyız, kanımız deli. Aykırı şeyler düşünmemiz şaşırtmaz insanları, hatta normal kabul edilir. Yetişkinler kadar dikkate alınmayız ama onlardan daha çok şey söyleyebiliriz. Bir de sosyal medya var tabi. Teknolojiyle olan sıkı bağımız sayesinde düşüncelerimizi gerçek dünya dışında sanal dünyada da ifade edebiliyoruz. Üstelik sadece çevremizdeki insanlara değil, bütün dünyaya. Bu yüzden de bu hakkın sebepsiz yere elden alınması, sansür ve yasaklar biz gençleri kızdırıyor.
Ülkemizde yasalar birçok özgürlüğü güvence altına alıyor. Ancak ne yazık ki bu özgürlüklerin çoğu günlük hayata yansımıyor. Çünkü gençlerin özgürlüğünü kısıtlayan en önemli şeylerden biri toplumun ta kendisi. Birçok gencin hangi mesleği seçeceğine, nasıl davranacağına hatta ne giyeceğine toplumun yazılı olmayan kuralları karar veriyor. Üstelik özgürlüklerin sınırı cinsiyete göre çiziliyor. Genellikle kızların aleyhine olan bu düzen o kadar yerleşmiş ki garipsenmiyor bile. İki cinsiyete yakıştırılan bazı özellikler var ve bunun dışına çıkmak pek tasvip edilmiyor. Örneğin bir kız futbol oynamak isteyince anormal karşılanıyor. Çünkü futbol oynamak erkeklere mal olmuş bir kere. Ya da bir erkek bale yapmak istese hemen kaşlar çatılıyor. Çünkü bale yapmak feminen görülen bir sanat dalı. 
Toplum gençler üzerinde baskı oluşturuyor. Ama bence özgürlüğün toplumdan daha büyük bir düşmanı var: Öğrenciyi kölesi haline getirmeye çalışan eğitim sistemi. Tüm öğretim hayatımız boyunca bir sınavdan ötekine koşuyoruz. Okuldan arta kalan her dakikamız dershaneler, özel dersler, etütlerle dolduruluyor. Ailemiz ve öğretmenlerimiz tarafından sürekli ders çalışmaya teşvik ediliyoruz. Peki, bütün bunların amacı ne? Okulunda başarılı olmak, üniversite sınavından iyi bir not almak ve mümkünse iş garantisi olan bir meslek sahibi olmak. Oysa her genç bu standardı tutturabilse milyonlarca işsiz doktorumuz olurdu ve aç kalırdık. Çünkü bu ülkenin çiftçilere de ihtiyacı var. Sanatçılara, mühendislere, bilim adamlarına, sporculara da. Neden herkes aynı kalıba sokulmaya çalışılıyor? Oysa herkesin farklı yetenekleri, farklı ilgi alanları var. Gençlere bu yetenekleri keşfetmek ve geliştirmek için şans tanınırsa bundan hem gençler, hem devlet kazançlı çıkacaktır.

Gençler olarak özgürlükle yeni tanışıyoruz. Özgürlüğümüzün niteliklerini ve sınırlarını ancak deneyerek, yaşayarak öğrenebiliriz. Bu da siyasal, sosyal, düşünsel anlamda özgür bir toplumda mümkündür. Bu sayede ayakları yere basan, ne istediğini bilen, sağlam karakterli bireyler olarak yetişebiliriz.

19 Mayıs Paneli

    PANEL

Gençlik her zaman önem gerektiren bir kavramdır. Öyle ki yarının büyükleri bu günden üzerine titrenmeli ve gençlik özenle yetiştirilmelidir. Çünkü gençlik bir ağacın yeni filizlenen yaprakları gibi bir milletin geleceği ve güvencesidir.
      İşte 19 Mayıs gibi gençliğe atfedilen bir günde, bu kutlu günü bizlere armağan eden Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğe bakışını anlatmaya çalışacağım.
      Şüphesiz ki Atatürk ileri görüşlü oluşuyla ve idealist dünya görüşüyle ‘’ gençliğin’’  ‘’ gelecek ‘’ demek olduğunu kavramış bir liderdi ama onun gençliğe verdiği değer bununla bitmiyordu. Cumhuriyetin yeni ilan edilmiş olması ,halkın milli duygularının ve görüşlerinin parlak bir gelecek vaat etmemesi ve ekonomik, sosyal , siyasi kulvarlarda geri kalınmış olunması da Atatürk’ün gençliğe değer vermesinin diğer nedenleridir. Çünkü Atatürk aklında çağdaş , medeni , kalkınmış, geleceğe güvenle bakan  bir Türkiye ideali çizmiştir. Bu ideali içinde en çok gençliğe güvenmiştir. Yapılan yenilikleri ve cumhuriyeti anlama , yaşatma ve yükseltme görevini gençliğe bırakmıştır ve bunu şu şekilde ifade etmiştir.  ‘’Ey yükselen yeni nesil , cumhuriyeti biz kurduk ; onu yükseltecek ve yaşatacak olan sizsiniz’’ aynı durumu Gençliğe Hitabe’nin ilk cümlelerinde  ‘’ Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen Türk istiklalini , Türk cumhuriyetini , ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir ‘’. Şeklinde ifade etmiştir. Peki Atatürk ‘’yenilikleri ve cumhuriyeti ‘’  toplumun tüm kesimlerinden ayrı ve özel olarak neden gençliğe emanet etmiştir ? Çünkü Atatürk’e göre ; asırlık alışkanlıkların ve çeşitli hataların düzeltilmesi için atılan adımlar ,  yapılan yenilikler , yine bu hareketler gibi yeni olan gençlik tarafından daha iyi kavranabilinirdi. Bununla birlikte ülkeyi ileri taşıyacak güç ve dinamizmde gençlikte mevcuttu. Atatürk bu konuyu şöyle açıklamaktadır.  ‘’  Bende bu inancı yaşatan kuvvet sadece azim ve memlekete duyduğum sevgi değildir , bugünün karanlıkları , ahlaksızlıkları , şarlatanları içinde sırf vatan ve hakikat aşkı ile ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdür. İşte Atatürk gördüğü bu ışığın değerini bilmiş ve gençliğin üzerine titremiştir. Bizzat kendi gençlikle iç içe olmuştur. Yurt genelindeki gezilerinde sık sık liseleri ziyaret etmiş ve gençlerle diyalog halinde olmuştur. Ağacın yaşken eğilmesi gerektiğini bildiğinden , topluma , vatansever , milliyetçi , özünü bilen , değerlerini ve kültürünü muhafaza eden , tarihiyle daima gurur duyan , ülkesi için çalışmayı görev bilen , bireyler kazandırmak için gençlerin üzerine titremiştir. Gençliği bu günün teminatı yarının garantisi olarak görmüştür. Cumhuriyetimizi koruma , kalkındırma ve yükseltme görevini verdiği gençliğe sarsılmaz bir güven duymuştur ve bunu şu şekilde ifade etmiştir. ‘’ Milletin bağrında temiz bir kuşak yetişiyor. Bu eseri onlara bırakacağım ve gözüm arkada kalmayacak . Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum .‘’
     İşte Atatürk’ün gençliğe bakışı buydu. O bütün ömrünü devletine , vatanına  , milletine , cumhuriyete adamıştı. Çok zorluklar aşmış , çok fedakarlık yapmıştır. Her zaman milleti için cesurca mücadele vermiştir. Bu mücadelesinde hep Türk gençliğinden güç almıştır. Bunu       ‘’ Gençler cesaretimizi pekiştiren ve devam ettiren sizsiniz ‘’ diyerek ifade etmiştir. Gençlikte gördüğü vatan – millet sevdasına güvenmiş ve gelecekte de onların mücadeleye devam etmesini istemiştir.
    Özetle Atatürk için gençlik  bitmez , sonu gelmez bir yol olan , çağdaşlaşma , yükselme , kalkınma , bağımsızlık , vatanseverlik , ve milliyetçilik  mücadelesinin , ömrüne sığdırabildiği döneminde dayanağı ve destekçisi , kendisinden sonrası içinse emanetçisidir



                                            Gökhan Durukan   17   11/A

19 Mayıs Paneli

Ben Başak Andırın, gençliğin ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarını anlatacağım.

Gençliğin sorunlarını anlatmak istiyorsak buna çocukluktan gençliğe yeni geçen ortaokul ve lise öğrencilerinden başlamalıyız.
 Ortaokul-lise çağındaki bir gencin sorunları henüz özellikle ailesi ve yakın çevresiyle ilgilidir. Ailesinin ekonomik ve sosyokültürel durumu bu gencin okulunu, çevresini, belki benliğini belirleyecektir. Örneğin kasabaya uzak bir köyde yaşayan gençle, şehirde kalabalık bir okula giden öğrencinin sorunları aynı değildir.

Birçok köyde okul yok. Öyle ki devlet bazı köylere kışın doktor bile gönderemiyor. İki ay dışarıyla ilişki kesiliyor. Öğrenciler en yakın kasabaya bazen iki saat uzaklıktaki köyden geliyor. Devletin servisiyle ya da kendi imkanlarıyla. Eğitim iki ay aksıyor. Ortaokula başlama yaşı 12. Kasabalarda yatılı kalmak zorunluluk oluyor.

 Şehirdeki gencin sorunlarıysa çok farklı. Özellikle özel okuldan bahsedecek olursak ortaokul, filmlerin lise için söylediği popülerliğin ve kendini başkalarına kanıtlamanın öğrenciye en önemli geldiği zamanlar. Lisede öğrencinin sorunları öncelikli olarak üniversite sınavı olmak üzere kimlik arayışı ve iyice fokurdamaya başlayan hormonları kontrol etmeye çalışmakken ortaokulda daha sonra ve hatta o zaman da sığ gelecek problemlerle uğraşılır. Ergenlik çocukları biraz hazırlıksız yakalar. Ama o zaman bile öğrencinin başında yine SBS,yine TEOG vardır.

Lisede önemli görünen bir sürü ortak sorun oluşur. Çocukluktan gençliğe iyice geçiliyordur artık. "Ben kimim?" düşüncesi öğrencinin aklını yorarken; önüne "Hayır, bunu düşün." denilerek üniversite sınavı konulmuştur. Genç, gelecekteki ekonomik durumunu düşünerek en azından bir yıl boyunca genç olmayı bırakır, yalnızca bir öğrenci haline gelir. Sosyal her türlü aktivite bırakılır, hayatı sorgulama, kendini geliştirme bir kenara bırakılır ve stresle birlikte sınav, öğrencinin hayatı haline gelir.

Ya da yine aileye bağlı olarak ekonomik durum kötüdür. 15 yaşındaki gencimizin çok sayıda kardeşi vardır. Zorunlu eğitim olsa da kimliği olmayan, tarlada ailesine yardım eden çok sayıda genç var. Okumak hayatlarının bir parçası değil. Farklı sorumluluk, farklı sorunlar.

Üniversite sınavına dersanesiz, tek aşına çalışıp, tek başına kazanan çok az öğrenci var. Bunlar da yeterince büyük olay olarak kabul edilip 2008 ÖSS birincisi Hakkarili çoban gibi anlatılmaya devam edilir. Özellikle şehirdeki neredeyse her öğrencinin  dersane, özel ders arasında mekik dokuduğu düşünülürse fazlasıyla büyük bir başarı ama Hakkari'de 50 çoban varsa, bunların 10 tanesi onun kadar azmetmişse bile aynı dereceyi yapması çok zordur. Çalışan başarır hikayeleri ne kadar hoşumuza gitse de başaramayanların tek suçu çalışmamaları, azmetmemeleri diye gösterilmemeli.

Şimdi dersanelerin kapatılmasıyla aileler arasındaki ekonomik far öğrencinin yarışına iyice yansıyacaktır. Özel derse yönelen öğrenci çok daha kolay şekilde ve dayanabileceği bir şey olmasının verdiği rahatlıkla çalışacaktır. Özel ders alamayan öğrenci ise mecbur çok çalışacaktır. Her okul da dersanenin açığını aynı şekilde kapatamayacAğından yine özel okullar arasında bu da bir yarış haline gelecektir. Özel okula gitmek yine bir ayrıcalık olacaktır. Sadece çalışmayla kazanılan bir sınava girmiyor yani öğrenciler. Haksızlık olan sadece ailenin ekonomik durumu bile değil. Herkes aynı miktarda, aynı şekilde çalışsa da bu sefer zeka faktörü öne çıkar. Öğrencileri bir şekilde eleyeceksek "zeki, çalışkan ve zengin" olmalarını isteriz.

Bunun dışında zararlı alışkanlıklara genelde gençken başlanıyor. Ailevi sorunlar ve özellikle arkadaş çevresi en büyük sebepler arasında.

Töre cinayetleri daha çok kadınların karşı karşıya kaldığı bir sorun olarak gündemde olsa da olayın kahramanları bakımından bir gençlik sorunudur.
Yanlış gelenekler ve yanlış dini algılamalar ülkede hala büyük bir sorun. Yapılan araştırmalara göre; töre cinayetine kurban gidenler 12-20 yaş arasında, ailenin karşı çıktığı biriyle ilişkiye giren genç kızlar ile aile zoruyla veya akrabalarla imam nikahıyla evlendirilmiş  kadınlardan; "ölüm kararını" yerine getirenler ise 18 veya 15 yaşın altındaki erkek çocuklardan oluşmaktadır. Yani genç kızlar töre cinayetine maruz kalarak yaşamlarını yitiriyor; genç erkekler ise töre cinayeti işleyerek katil oluyorlar.

Bir başka konu ise engelli gençlik.Doğum, kazalar ve hastalıklardan kaynaklanan beden, ruh ve zihinle ilgili problemlere yeterince önem verilmiyor. Gençlerin %8'inin bir engelle yaşadığı kabul ediliyor. 12-14 yaş arasının ancak %2'si özel eğitim hizmetlerinden faydalanabiliyor. Bununla birlikte iş hayatında ve sosyal hayatta da yeteri kadar yer alamıyorlar.

Erken evlilik ve genç annelik ise bambaşka bir sorun. 2000 yılı nüfus sayımına göre 12-14 yaş grubunda bulunan kız çocuklarının binde 4'ü evli ve bunların &19'u doğum yapmıştır. 15-19 yaş grubunda bulunan 3,5 milyon kız çocuğunun  ise yaklaşık 500 bini yani %13'ü evli olup bunların %50'si çocuk sahibidir. Ülkemizde her 12 dakikada bir bebek ve her 12 saatte bir anne önlenebilir sebeplerden sağlık hizmetlerinin her yerde yeterli olmamasından hayatını kaybediyor.

Gençliğin siyasal katılımını inceleyecek olursak 1980'den itibaren azalma görülmektedir. Tüm dünyada  ve ülkemizde bu bir sorun halinde  ve buna depolitizasyon deniliyor. Yapılan anketlere göre gençlerin büyük bir kısmı siyaset kurumlarına güvenmiyor, herhangi bir siyasi partiye üye değil ve siyasi partilere katılmıyor. Gençlerin genelde en büyük siyasal katılımı oy vermek olmasına rağmen rüştünü ispat etmiş gençlerin yalnızca %60'ı oy kullanıyor. Sivil toplum kuruluşlarına katılım ise çok çok daha az.

Bir başka konu da gençlerin yaptıkları meslekte mutlu olmaması. Üniversiteyi sonunda kazanmış öğrenci genelde puanının yettiği en yüksek yeri tercih ediyor. Örneğin yüksek bir puan almış bir öğrenci için tek soru "tıp mı, mühendislik mi?" oluyor. Eğitim sisteminin mesleklere uygun nitelikleri belirleyip bu nitelikleri taşıyan öğrencileri seçmediğinden bahsetmeyeceğim. Sonuç olarak öğrenci üniversiteye gidiyor, mutsuz oluyor; mesleğine başlıyor, mutsuz kalıyor.

Son olarak:  İstanbul Üniversitesi'nde yapılan bir ankette gençlere onları en çok sıkan sorunları sorulmuş. Cevaplar ise verilen önem sırasına göre şöyle:

l .Aileme yük olmaya devam ediyorum ,. .....266 ............45,6  
2. Ulaşım çok zamanımı alıyor.............213........36,5
3. Yeterli burs imkanı yok...........202.......34,6
4. Aylık gelirim masraflarımı karşılamıyor............174......29,8
5. Derslerle uğraşmaktan başka faaliyetlere zaman kalmıyor..............173........29,7
6. Gelecekte iş bulamayacağımdan korkuyorum.................159..........27,3
7. Sinema, tiyatro, konser gibi kültürel faaliyetlere katılamıyorum..............148......25,4
8. Karşılaştığım öğrenim sorunlarına üniversitede yardım edecek kimse bulamıyorum........120.............20,6
9. Eğlenmek için yeterli zaman ve yer yok.................118...............20.2

10. Öğrencilikle ilgili kurallar beni sıkıyor............106......18,2

19 Mayıs Paneli

   21. yüzyılın ilk çeyreğindeyiz. İnanılmaz bir hızla ilerliyoruz. İlerledikçe de ortalama insanın sahip olması beklenen bilgi artıyor. Daha 50 yıl önce bilim insanlarının yaptığı biyoloji çalışmaları şimdi 15 yaşındaki gençlere anlatılıyor. Teknoloji ve bilim almış başını gidiyor, sürekli yeni şeyler öğreniyor ve öğrendiğimiz yeni şeyler sayesinde daha hızlı gelişiyor, daha çok şey keşfediyoruz. Makineler ve araştırma cihazları üretiyoruz. Bu cihazlarla yeni bilgiler ortaya koyuyoruz. Yeni bilgimizi kullanarak daha iyi araştırma araçları yapıyoruz. Yeni araçlarla daha yeni bulgular elde ediyoruz. Bu sonsuz döngü uzayıp gidiyor, biz ise gittikçe artan bir hızla gelişiyoruz.
      Tabi teknoloji ve bilimdeki bu baş döndüren ilerleyişin bir yan etkisi olarak sürekli daha da doyumsuz hale geliyoruz. Önceden bir mektubun gidip gelmesi için bir hafta beklemek normalken, şimdi whatsapp mesajımız 30 saniye gecikirse sinirleniyoruz. Serbest ekonomi sistemi ve bilgiye olan açlığımız bizi bu hale getiriyor. Daha hızlı ulaşım ve iletişim araçları, daha yüksek gökdelenler, daha sessiz mutfak robotları, daha güzel daha büyük daha iyi…  Hayatımız her anı daha iyinin peşinden koşmakla geçiyor.
     Tüm bunlar ciddi bir tüketici kitle oluşturuyor. Yeni İphone modeli için geceden kuyruğa gireninden tutun da lamborghini’sini altınla kaplatana kadar her kesimde var bu insanlar. Teknolojinin sunduğu imkânları saniyesinde benimseyip yine aynı hızla eskitiyorlar. Daha üzücü olan ise bu tüketim açlığının yeni kuşaklara çok doğal bir şeymiş gibi sunulması.
    Artık tableti olmayan çocuk kalmadı. Bilgisayar ve akıllı telefonlar 8 yaş altı çocukların hayatının gündelik bir parçası. Araştırmalar Amerika’daki ailelerin yüzde 25 inin medya merkezli ebeveynlik tarzına sahip olduğunu gösteriyor. Ortalama medya kullanımı ise yüzde elliye yakın. Yani Amerika’daki çocukların ¾’ü ekran ile büyütülüyor, doğrudan tüketici olarak yetiştiriliyorlar.
    Bu tüketim odaklı düşüncenin pek çok negatif yanı var ancak ben size sadece gençliğin gelecekten beklentilerine olan etkisini anlatacağım. Günümüz gençliğine daha kendisi bir şey istemeden sunulduğu için gençler herhangi bir istek ya da bir hedef sahibi değil. Dikkat edin, her istediklerini elde ediyorlar demiyorum. Bir şey istemeden önlerine seçenekler yığılıyor, onlar daha acıktım demeden yemek pişiyor, sıkıldım demeden onlara eğlence sunuluyor.  Dolayısıyla da gençler geleceğin asıl anlamını kavrayamıyorlar. Değişim, yenilik getiren geleceği yalnızca farklı eğlence yöntemleri sunacak farklı bir zaman dilimi olarak görüyorlar.
    Gençler hayatları boyunca gerçek anlamda sıkıntı çekmedikleri için ellerindekinin değerini bilmiyorlar. Onlara o kadar çok kaynak sunuluyor ki şımarıyorlar. Değer bilmez hale geliyorlar. Adeta taşıdıkları lambanın ışığı ile kör oluyorlar.
   Tüm bu sebeplerden dolayı gençliğin gelecekten beklentisi de yüzeysel kalıyor. Para ve eğlenceden başka bir şey aramıyorlar. Eğitimi umursamayan, kültür ve sanatla alakası olmayan gençler için gelecek bir anlam ifade etmiyor.
    Bu sorunu çözmek için yapmamız gereken ise basit. Gençlerin gelecekten beklentisini sorgulamadan önce gençliğin şu anki sorunlarına çözüm aramak, ihtiyaçlarını karşılamak yeterli olacaktır.
    Bunun için de gençlere daha kaliteli bir eğitim vermeliyiz. Tabi ki kaliteli eğitimden kastettiğim akıllı tahtadan ya da sınıfların kalitesinden ya da öğrencinin oturduğu sıranın rahatlığından ibaret değil. Öğretmenlerin ya da öğrencinin yetenek ve ilgisi iyi bir eğitim için önemli. Ama en önemlisi eğitim programının, müfredatın yani genel olarak eğitim sisteminin kalitesi. Öğrencilerin kafasının içine kürekle formül tepmektense onlara olayların mantığını anlatmalıyız. Öğrenciye özgür düşünmeyi ve sorgulamayı öğretmeliyiz. Yaratıcı ve ya yetenekli hatta istekli olanları bile sanat ve spora yönlendirmeliyiz. Öğrenciyi üretmeye teşvik etmeliyiz. Ve hepsinden önemlisi, gençleri kendi hallerine bırakmalıyız.
     Daha uzun süreli ders daha yüksek başarı getirmez. Hem getiriyor bile olsaydı, derse ayrılan zaman yine boşa harcanmış olurdu. Çünkü biliyoruz ki dersten daha önemli şeyler vardır. Gençliğin en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri de başını kitaptan kaldırdığı her saniye için suçlu hissetmemektir.
    Tabi ki geleceğin ne ifade ettiğini kavrayan gençler de var tabi ama onların beklentileri bile iyi bir meslek ve paranın ötesine geçmez. 17 yaş civarındaki gençlerin ilerde ne olmak istiyorsunuz sorusuna verdikleri en popüler cevaplar “bilmiyorum”, “doktor” ve “mühendis” tir. Bunlar da zaten kendilerinin isteklerinden çok, çocukluklarından beri onlara dayatılmış olan fikirlerdir.
   Özetleyecek olursak ben günümüz gençliğinin gelecekten ve geçmişten kopmuş bir tüketici kitle olma yolunda hızla sürüklendiğini düşünüyorum. Bu sürüklenişin dışında kalabilenler ise küçük bir azınlıktan ibaret ve maalesef onlar bile tam anlamıyla bir hedefe ya da beklentiye sahip değiller. O yüzden yarını Düşünmektense bugün için harekete geçmeliyiz.    A

                Alim Bican Çoban

OKULUMUZUN ÇANAKKALE ZİYARETİNDEN KEYİFLİ KARELER...

                                                   9. SINIFLAR ÇANAKKALE GEZİSİ



       19 MAYIS haftasında okulumuz 9. sınıf Öğrencileri Çanakkale'ye geziye gittiler. Böylece Mustafa Kemal ATATÜRK öncülüğünde kazanılan büyük zaferimiz ÇANAKKALE ZAFERİ hakkında yakından bilgi aldılar,duygulu dakikalar yaşadılar. Hem de arkadaşlarıyla birlikte olan 9. Sınıf Arkadaşlarımız, öğretmenlerimizle keyifli dakikalar geçirdiler...
IMG_3758.JPG görüntüleniyor
IMG_3891.JPG görüntüleniyor
IMG_3921.JPG görüntüleniyor
IMG_4263.JPG görüntüleniyor
IMG_4427.JPG görüntüleniyor
IMG_4297.JPG görüntüleniyor

19 Mayıs 2015 Salı

19 Mayıs Coşkusu

11 A sınıfından Tuna Alp Tuna'nın başkanlığında düzenlenen ,  Elif Gündoğan, Alim Bican Çoban, Gökhan Durukan ve Başak Andırın'ın konuşmacı olarak katıldıkları Panel  büyük beğeni topladı.